13 Eylül 2010 Pazartesi

Tırnakda niçin beyaz leke oluşur ?


Tırnaklar üzerinde neden beyaz lekeler oluşur? etiketine sahip en yeni yayınlar gösteriliyor. Daha eski yayınları göster
Tırnaklar üzerinde neden beyaz lekeler oluşur? etiketine sahip en yeni yayınlar gösteriliyor. Daha eski yayınları göster

Tırnaklar üzerinde neden beyaz lekeler oluşur?


Halk rasında bu olay, organizmanın vitamin eksikliğine bağlanır. Oysa tırnaklar üzerinde zaman zaman beyaz lekelerin oluşmasının kesinlikle patolojik bir rahatsızlıkla ilgisi yoktur. Bu olayın nedeni, tırnağın altında küçük bir hava boşluğunun oluşmasıdır. Bu hava boşluğu zaman içinde büyür ve yukarı doğru çıkar. Daha sonra da kendiliğinden kaybolur. Ancak bu hava boşluğundan kaynaklanan beyaz lekeleri anımsatan mantar oluşumu tamamen farklı bir şeydir. “Lökonik hastalığı” adı verilen bu durum, tipik bir deri mantarı rahatsızlığıdır ve genellikle tırnaklarında mantar olan kişilerle el sıkışması yoluyla geçer. Bu hastalık, ağızdan alınan bazı ilaçlarla tedavi edilir.

tırnaklar neden sürekli uzar ?

Hayvanlar pençelerini toprağı kazmada, savunmada ve saldırıda kullandıkları için bunların sivri oldukları, insanların tırnaklarının ise geçirdikleri evrim sonucunda düzleştiği ileri sürülüyor. Genel anlamda tırnaklarımız saçlarımızla ortak bir özellik gösterir. İkisinin de görülen kısımları ölü hücrelerden oluşmuştur ve komposizyonlardaki ana madde keratindir. Tırnaklarımız parmaklarımızı mekanik dış tehlikelere karşı korurlar. Özellikle el tırnaklarımız parmaklarımız için çok önemlidir. Onlar olmasaydı derimizin yumuşak tabakası ile eşyaları tutup kaldıramazdık.
El ve ayak tırnaklarımız, derimizin altındaki, tırnak diplerine çok yakın köklerinden çıkarlar. Burada tırnak çok inceleşir ve yarım ay şeklinde beyaz bir renk alır. Bu bölüm baş parmaklarda çok belirgindir, diğer parmaklarda çok olabilir de, olmayabilir de ama serçe parmağımızda pek görülmez. Kökteki hücreler ölü bir hücre olan keratin üretirler ve yeni hücreler üredikçe ölü tırnağı dışarı doğru iterler. Bu nedenle de aynen saçlarımız gibi tırnaklarımızı keserken de acı duymayız.
Tırnaklarımız deriye her iki yandan elastik fiberlerle bağlıdırlar. Bu sayede yanlardan bağlı oldukları halde uzadıkça rahatlıkla ilerler. Derideki yatakları ile irtibatı biten tırnaklar beyazlaşır ve kesilmeyi beklerler. Halbuki bu kısmın da küçük objeleri tutmak, bir tarafımızı karıştırmak, sivilce sıkmak gibi çok ciddi fonksiyonları vardır.
Elimizdeki tırnakların ayaktakilerle tek farkı, daha hızlı, yani haftada ortalama 0.5-0.6 milimetre hızla uzamalarıdır. Yani kesilmezlerse yılda 2.5-3.0 santimetre uzunluğa ulaşabilirler. Ayak tırnaklarının uzama hızı bunun dörtte biri kadardır.
En hızlı uzayan tırnak orta parmaktakidir. Buradan parmak ne kadar uzunsa, oradaki tırnak da o kadar hızlı uzar sonucunu çıkartabiliriz. Bütün tırnaklar sıcak havada soğuğa nazaran daha hızlı uzarlar. Tırnaklardaki uzama hızı yaş ilerledikçe yavaşlar. Çok ileri yaşlarda neredeyse yarı yarıya düşer. Bebeklerde de tırnak uzama hızı yetişkinlere göre daha yavaştır.
Dışarıdan çok basit bir yapıymış gibi görünen tırnaklarımız aslında çok karışık ve bugün bile tam olarak anlaşılamamış bir yapıya sahiptirler. Tırnak, daha doğrusu onu oluşturan kısım psikolojik değişmelere de duyarlıdır. Stresli zamanlarda, uzun süren yüksek ateşte, zararlı içkiler alındığında çatlarlar, lekeler oluşur, kalınlaşır ve incelirler, yani deforme olurlar. Bu özellikler tırnaklarımızı sağlık durumumuzu ortaya koyan önemli ipuçları haline getirir.

Havuç hangi renktedir ?


Havuçlar içlerindeki turuncuyu 5000 yıl kadar açığa çıkarmamışlardır.

İnsanlar havucu ilk defa MÖ 3000'de Afganistan'da kullandı. Bu ilk havuçların dışı mor içi sarıydı.

Havuç yetiştirildiği bölgeye göre renk değiştirdi

Eski Yunanlar ve Romalılar havuç yetiştirdiler, fakat daha çok tedavi amaçlı kullandılar. O zamanlar havuç güçlü bir afrodizyak olarak kabul ediliyordu.

Diğer yandan, ünlü bir 2. yüzyıl fizikçisi olan Galen, havucu gaz sorunu olanlara öneriyordu. Havucu karakavza denen yabanhavucundan ayıran ilk kişi de odur.

Arap tüccarlar havuç tohumlarını Asya, Afrika ve Arap yarımadasına yaydıkça havucun mor, beyaz, sarı, kırmızı, yeşil ve hatta siyahın farklı tonlarındaki çeşitleri meydana geldi.

İlk turuncu havuçları, vatansever duygularla Hollandalılar yetiştirdiler

İlk turuncu havuçlar 16. yüzyılda, Hollanda Kraliyet Sarayı'nın rengi olan turuncuya uysun diye vatansever duygularla Hollanda'da üretildi. 17. yüzyılda Hollandalılar Avrupa'nın başlıca havuç üreticisiydı ve havucun tüm modern çeşitleri onların dört turuncu havucundan gelir: Early Half Long, Late Half Long, Scarlet ve Long Orange.

Çukalata aromalı havuç

Şimdilerde turuncu olmayan havuçlara rağbet arttı. Dükkanlarda beyaz, sarı, koyu kırmızı ve mor çeşitleri bulmak mümkün. 1997'de İzlanda çocuklara yönelik Çılgın Sebze kampanyası kapsamında çikolata aromalı havuç geliştirmişti. Sekiz ay sonra kampanya sona erdi.

Birleşmiş Milletler'e göre 1903'te 287 çeşit havuç vardı, fakat bu sayı günümüzde yüzde 93'lük bir düşüşle 21'e geriledi.

Bazı havuç türlerinin tohumları buzlanmayı önler. Bu doğal havuç "antifrizi", vücut dokularını tıbben korumak ve dondurulmuş gıdaların raf ömrünü uzatmak için kullanılabilir.

Türkiye'de ilk demiryolu ne zaman kim tarafından yaptırıldı ?

Sultan Abdülaziz yenilikçi bir padişahtı. Yapmış olduğu Avrupa seyahatinde gördüğü demiryollarına çok imrenmiş, İstanbul'a dönüşünde İstanbul - Edirne demiryolunun yapımı için bir demiryolu şirketine yetki vermiştir. Ancak yapım sırasında demiryolunun Topkapı Sarayı'nın bahçesinden geçmesi gündeme gelince çevresindekiler bu duruma karşı çıkmışlardı. Bu itirazları tebessümle karşılayan Abdülaziz “tren saraydan değil isterse üstümden geçsin yeter ki bu demiryolu yapılsın” diyerek bu konudaki isteğinin ne denli güçlü olduğunu gösterdi.

Vücudumuzda kaç kemikten oluşur ?



Doğduğumuzda sahip olduğumuz kemik sayısı 300'ün üzerinde. Gelişim sırasında bu kemiklerden bir kısmı birbiriyle birleştiği için yetişkin vücudundaki kemiklerin sayısı daha az. Kişiden kişiye değişebilmekle birlikte, bu sayı 206 olarak kabul ediliyor.

Güneşe yaklaştıkça hava niçin soğuyor?

Dünyamızdaki ısının kaynağı güneş olduğuna göre ve bir dağın tepesi güneşe daha yakın iken orada hava niçin daha soğuk oluyor? Öncelikle şunu söyleyelim ki, güneş ile dünya arasındaki mesafeyi düşünürsek, bir dağın tepesine çıkmakla bu mesafedeki azalış çok önemsiz kalır. Güneş dünyamızdan 149.5 milyon kilometre uzakta iken dünyamızdaki en yüksek dağın yüksekliği 9 kilometreyi bile bulmaz. (Everest: 8.846)
Biz zaten her gün evimizde otururken dünyanın kendi çevresinden dönmesinden dolayı, dünyanın çapı kadar, güneşe 12 bin kilometre yaklaşıp uzaklaşıyoruz. Elips şeklindeki yörüngesinde dünya güneşin etrafında dönerken güneşe en fazla yaklaştığı mesafe 147 milyon, en uzaklaştığı mesafe ise 152 milyon kilometredir. Yani dünya zaten bir yıl içinde güneşe 5 milyon kilometre yaklaşıp uzaklaşmaktadır. Bu durum dünyamızdaki ısıyı pek etkilemez, mühim olan ışınların dik gelmesidir.
Güneşin dünyamızda yarattığı sıcaklık, ışınların yeryüzünde yansıması ile olur. Ondan sonra yükseldikçe nemli havda her kilometrede yaklaşık 6-7 derece düşer. Yani Everest'in dibi ile tepesi arasında 50 dereceden fazla sıcaklık farkı olması doğal. Bu sıcaklık düşüşü atmosferin birinci katmanına kadar böyle sürüyor. Yani yeryüzünde ısı 25 derece iken 11 kilometre tepemizde -50 dereceye kadar düşüyor. Bundan sonra sıcaklık değişiminin akıl almaz dansı başlıyor.
Atmosferin ikinci tabakası olan ve içinde ozon tabakası da bulunan 11. ve 48. kilometreler arasında hava ısısı bu sefer tam tersi yükseldikçe artıyor, tekrar sıfır dereceye kadar çıkıyor. 48. kilometreyi geçip 3. tabakaya girince ta 88. kilometreye gelene kadar tekrar düşüşe geçiyor. Bu tabakanın sonunda, yani 88. kilometrede -80 derecelere kadar düşüyor. Bundan sonra da sürekli yükselişe geçerek güneşe yaklaştıkça artıyor.
Güneşin yüzeyinden 2 milyon derece sıcaklıkla çıkan ışığın 149.5 kilometre yol kat ettikten sonra dünyamız yüzeyine yaşayabileceğimizbir ortamı yaratacak şekilde bu kadar ince ayarla gelmesi hakikaten inanılmaz.
Yeryüzünde ısınan havanın yükseldiği doğrudur, ama hava bu enerjisini yükselirken harcar ve dağın tepesine ulaştığında çevre hava ısısı ile aynı ısı derecesine gelir. Dağ tepesinin soğuk olmasının bir başka nedenidağ yüzeylerinin şekilleri dolayısıyla güneş ışınlarını dik alamamalarıdır. Bu nedenle dağların etekleri bile serin olur, burada ısınıp yükselen bir hava tabakası bile oluşamaz. Ayrıca dağdaki kayalarla birlikte kar ve buz da güneş ışınlarını fazla emmez ve çoğunu yansıtırlar.
Yeryüzünün ısınmasında bulutlar da önemli rol oynarlar. Dikkat ederseniz bulutsuz geceler, bulutlu gecelerden daha soğuktur. Çünkü bulutlar yerden gelen ısıyı tekrar yere yansıtırlar. Dağ zirvelerinde ise ne bu sıcaklığı yere tekar yansıtacak bulut vardır, ne de onu tutacak yoğunlukta atmosfer.

Beynimiz ne renktir?

aşadığımız sürece pembe renktedir. Rengini damarlarımızdan alır. Oksijenli taze kan olmazsa {vücuttan çıkarıldığında olduğu gibi) insan beyni griye döner.

Gri madde ve beyaz madde

İşleri biraz karıştıralım; yaşayan bir beynin yaklaşık yüzde 40'ı "gri madde", yüzde 60'ı "beyaz madde"den oluşur. Bu ifadeler bizim gördüğümüz renklerle örtüşen tanımlamalar değil, daha ziyade küçük parçalara ayrılmış ve bölümler halinde iki belirgin şekilde farklı beyin dokusudur.

Beyin incelemeleriyle bu bölümlerin her birinin fonksiyonunun ne olduğunu anlamaya başladık.

Gri madde gerçek bilgi "işlemesi"nin yapıldığı hücreleri içerir. Beyinde kullanılan oksijenin yaklaşık yüzde 94'ünü kullanır.

Beyaz madde yağlı bir protein olan myelin'dir, hücrelerin dışına doğru uzayan dendrit ve aksonları sararak birbirinden ayırmaya yarar. Farklı gri maddeleri birbirine ve gri maddeyi vücudun diğer taraflarına da bağlayarak beynin iletişim ağını oluşturur.

İyi bir benzetme bilgisayardır

Gri madde işlemci, beyaz madde ise kablo bağlantısını oluşturur. Zeka dediğimiz şey hem birlikte hem de hızlı çalışmayı gerektirir.

Kadınla erkeklerin beyni farklı

Şimdi iş daha da ilginç bir hal alıyor: Califomia ve New Mexico üniversitelerinde aynı IQ'ya sahip kadın ve erkek beyinleri üzerinde incelemeler yapıldı. Sonuçlar şaşırtıcıydı:

Erkeklerde kadınlarınkinden altı buçuk kat daha fazla gri madde varken

kadınlarda erkeklerden on kat daha fazla beyaz madde vardı.

Kadınlardaki beyaz maddenin ön loblarda yoğunlaşmış olduğu,

erkeklerdeyse ön loblarda hiç beyaz madde olmadığı anlaşıldı.

Bu ön lobların duygusal kontrol, kişilik ve karar almada önemli olduğu düşünülüyor.

Yani cinsiyet farkıyla ilgili bütün çeşitli "Mars ve Venüs" teorileri yakında fizyolojik bir gerekçe bulabilir. Kadın ve erkeğin beyni farklı bağlantı ve şekillenmeye sahip gibi görünüyor. Ortaya çıkan sonuç (zeka) aynı, fakat üretilme şekli çok farklı.